8 Şubat 2010 Pazartesi

Ultimo tango a Parigi/ Paris'te Son Tango

Kaç gündür filmi yazmaya oturup yazamıyorum. Başka alakasız şeyler yazdım arada ama bir türlü oturup yazamadım. Niye bu bu kadar anlatasım var? "Porno diyip geçme tanı" klasörüme bir film daha eklemiş bulunuyorum. Bu arada yazım da belli bir yaş üstü içeriğe sahip olacak muhtemelen, haberiniz olsun.

Gerçi şimdi nasıl anlatsam nerden başlasam durumum var. Zira film Bernardo Bertolucci isminde bir İtalyan yönetmen amcanın. Fransız, İtalyan oldu mu kıllanıyorum arkadaş, muhakkak filmin bir yerinde bir sembolizim neyim vardır dediydim, okuduğuma göre zaten varmış. Avrupa sineması, olmaz mı? Ha okudum da anladım mı? Hayır. Zira Fransız Yeni Dalga akımıyla alakalı bir mesele varmış, yok örtü örtünce bu olmuş, yok koşunca şu olmuş... Ama ben sembolizimden zerre anlayan bir seyirci olmadığım için hiçbirini anlamadım. Bir tek tango sembolizmini anladım, ona da ayrı değineceğim(değinmem mi, sembolik bir şeyi anladım). Diğer hiçbir haltı anlamadım anacım.

Film Paris'te geçiyor isminden de anlaşılabilceği gibi... Paris'te olduğu pek anlaşılmıyor gerçi, filmin geçtiği mekanlar çok sınırlı. Ha bu arada uyarmadı demeyin. Türk ailesiyle oturup seyredilcek bir film değil. Zira anne, baba, amca, teyze filmin yarısında "tövbe estağfuğrullah..." diyip size höbölö höbölö çığırabilir. Ne bileyim yakın arkadaşla yahut sevdicekle bile izlemek kastırabilir adamı. Porno mu yani? Hayır, değil. Bütün sertliğine rağmen değil. Aslını isterseniz aradaki farkıda çok iyi bildiğimi söyleyemeceğim. Zira oturup porno seyretmişliğim yok. Bak şüpheye düştüm lan şimdi yazarken. Edebiyattan gidiyim bari(Gerçi bunu söyleyen insan böyle bir örneğin içinde kullandığımı duysa beni öldürür, pişman da olmaz). Adamın biri zamanında "Bir eser eğer belli bir edebi kaygıyla vücuda getirildiyse en kötü eserin bile belli bir edebi değeri vardır" dediydi. Aynı mantıktan gidersem: Sanırım belli bir sinematik kaygı güdüldüğünü düşündüğümden porno diye isimlendiremiyorum. Ay beş saattir anlatamadım derdimi. Açık ve net söyleyeyim, +18 olması bir yana filmin estetik tarafı çok gelişkin değil. Ha bu demek değil ki film kötü. Sahnelerin bir kısmında tamamen hayvansı güdüler hakim, aslında filmin hikayesi de biraz bu sanırım.

Biri erkek, biri dişi; söz konusu iki kişinin sıradışı, isimsiz, sıfatsız birlikteliği anlatılıyor temelde. Sonda aslında ama ben başta anlatacağım, bir orayı anladım net olarak çünkü. Ha uyarmadı demeyin bu arada, sonundan başlıyorum bir yerde. Tango sembolizmini en sonunda gözüme gözüme sokmasaydı tabii ki anlamayacaktım. Ama ilişki tango yapar gibi yürüyor. Az çok biliyorum ya, şekerim hazır olun, ahkamımla geliyorum:) Tangoda geleneksel olarak dansı erkek yönetir, kadın onu izler. Daha doğrusu erkek adımı teklif eder, kadın oraya gidip gitmeyeceğini karar verir. Zira tango kadını gururlu ve ne yaptığını bilen bir kadındır şekerim:P İşin özeti Paul, Jeanne'i bir ilişkiye davet ediyor ve Jeanne de kabul ediyor. Ama ne isimlerini biliyorlar, ne yaşlarını, ne iş yaptıklarını, ne bileyim nerde yaşadıklarını... Filmde yönetmen, ruhsal parametrelerini olabildiğince ilişkinin içine karıştırmak istemediğinden isimsiz bir varoluşu yaratmaya kalkışan iki kişinin, nihilist bir devinimin kıvrımlarında sadece insan bedeninin olanaklarını kullanarak paralojik yok olma isteğini kusursuz bir eksperimantalist bakış açısıyla yorumluyor. Kısaca paso seks yapıyorlar. Aslında tam kelime biraz kaba kaçacağını biliyorum ama sevişmiyorlar çoğu zaman, birleşiyorlar. Çok duygusuz ama başlangıç noktaları "bir şey" olmadıkları bir dünyada varolmak. Hayvanlar misali sadece çiftleşme amaçlı bir birliktelik(gerçi imparator penguenler bu tanıma uygun değiller. zira tek eşliler, çocuk yapımında eşit görev dağılımına sahipler, aile kavramları var ve yer yer insandan daha insanlar. imparator penguen olmak istiyorum muntazaman. tabii konuyla ne alaka?). Özellikle erkek sevişmenin sosyal tarafını kesinlikle ilişkilerinde istemiyor. Anlatıp yazıyı boğmayacağım şimdi ama elbette bunun sebepleri var. Kimlikleri varolduğu anda büyüsünün bozulacağını düşünüyor. Kimliksizleşme özgürlüğü de getiriyor yanında. Aslında bir yerde tango gibi... Zira orda da bir isimsizlik hakim aslen. Kim olduğunun, ne olduğunun, neli dondurma yediğinin, hangi takımı tuttuğunun, ne okuduğunun dans ederken bir önemi yok. Sadece tango yapmak için üç-dört parça bir araya iki insan, zamanı gelince yine birbirleri hakkında hiçbir şey bilmeden yerlerine oturabiliyor. Ama işte kadın, her yerde kadın, anlamlandırmaya çalışmasa olmaz. Jeanne daha fazlasını istiyor, hatta tutuyor o bilinmezliğe aşık oluyor. Zaten insan bilmediğine aşık oluyor, bildiğinde bir tadı kalmıyor. Jeanne için de kalmıyor. Gerçekliğe attıkları adımla adam çekiciliğini yitiriyor. Diğer taraftan aslında adam dansı hala kontrol etmeye devam ediyor. Zaten başından beri ilişkide Paul'ün muazzam kontrolü var: Hiçbir şeyin bilinmemesini de isteyen o, gerçekliğe adım attıran da o. İlişkiyi istediği yere götürmesini bilecek kadar dansa hakim ve istediği tamamen yok olmak bir yerde, dibine kadar da zorluyor. Film biterken kızın "ismini bile bilmiyorum" demesi yalan değil, ismini bile bilmeden yerlerine oturuyorlar.

Aslında filmin simgelediği bir ordu şey varmış. Paul'ün orta yaş bunalımı ve onu aldatan karısının intiharından sonra istediği kimliksizleşme ihtiyacı, Jeanne'in hayatındaki baba figürünün eksikliğiyle büyümeyi reddedişi falan filan... Allah sizi inandırsın hiç sembolik bir insan değilim, anlamadım da...

Valla ortalıkta çok fazla oyuncu yok zaten. Bir Marlon Brando, bir de Maria Schneider var genel olarak. Kızın nişanlısı, erkeğin intihar eden karısının annesi gibi yan karakterler var onların dışında. Pek bir şey anlatmadım yan hikayelere dair. Aslında Jean ve Paul'ün hikayelerine dair bir şey de anlatmadım, ama ne bileyim diğer kısımları daha mühim geldi.

Babaanne cümlesi kullanayım: Marlon Brando'nun Marlon Brando olduğu zamanlar mirim(bir babaannenin mirim deme olasılığı nedir emin değilim tabii). Marlon Brando'nun neden bu kadar tutulduğunu anladım. Hani yakışıklı bulunması bir yana hakikaten iyi oyuncuymuş. Yakışıklı bulmuyorum, daha ziyade iyi oyuncu olmanın kendi içinde bir karizması olduğuna inanıyorum. Abartmıyorum, filmi adamın oyunuculuğu sürüklüyor. Yoksa akışı yavaş bir film. Psikopat mısın nesin demeyin ama ben birinin oyunculuğuna bakarken nasıl ağladığına bakıyorum. Adamın bir köşeye çekilip bir ağlaması var, kitledi geçti. Valla ben şu bir garip sinema seyircisi halimle Marlon Brando'yu bırak eleştirmek, yorum yapmaktan acizim. Henüz izlemediğim Baba serisine de bu adam yüzünden başlayacağım. Özellikle tek sahnelerinde muhteşem. Ay ne desem bilemedim bitirmek için paragrafı. Marlon Brando bea...

Maria Schneider, tam bir Parizyen(Parisli yani). Biraz çocuk, biraz kadın, ortada kalmışlığını güzel anlatıyor. Marlon Brando'yla oynadıktan sonra adama aşık olup psikolojik tedavi gördüğünü söylüyorlar:) Bilmiyorum o raddeye geldi mi gerçekten ama hakikaten Marlon Brando'nun büyüsüne kapılmış bir hali var. Adamın peşinden sürüklenen kadın olması bir yana, neden bu sürüklenmeyi seçtiğini anladım ben. Ne bileyim iyi dans eden bir adamdan sınırları ihlal ettiğini bilmene rağmen ayrılmama hissi... Bir süreliğine hayatı kendi yaptığın duvarların dışında; Ayşe, Fatma, Asude, Roberta, Maria olmadan yaşamak isteği... Aşırı bir hikaye, aşırı bir bakış açısı ama neden yaptığını anlıyorum. Sanırım buradan da iyi oynadığını söyleyebilirim.

Sizin de anlayacağınız üzere bir miktar serseme çevirdi film. Zira yazıyı tümevarım yöntemiyle yazdım resmen. Film hakikaten sert bir film. Perihan Mağden'in "aşkın kimyası üzerine gelmiş geçmiş en mühim eserlerden biri" tespiti var film hakkında. Bu kadar kesin bir şey diyemem kendi adıma, ama aşk kavramı üzerine bambaşka bir bakış açısı sunduğu kesin.

10 yorum:

  1. Destan yazmışsın yine :)Çok karışık geldi bana ama mantığını sevdim :)Bu arada Kore Filmlerinden Frozen Flowerı izledin mi? İzlemediysen öneririm.

    YanıtlaSil
  2. film sembolik olsa da bu kadar karışık değil. şimdi tekrar okudum, ben karışık anlatmışım hakikaten:) çekip hariciye attım frozen flower'ı ama daha izlemedim.ne zamandır kore filmi izlemiyorum, ben onu izleyeyim en iyisi.

    YanıtlaSil
  3. Daha önce de önerdin deme sakın :( Şuursuzum bu aralar. Hastayım zaten dün geberiyordum ama yine kendimi azıcık iyi hissedince PC nin başına geçtim. Neyse izle! :) Yorumunu merak ediyorum.

    YanıtlaSil
  4. yok sen değil ama bir yerden duyup indirmiş olabilirim, senden mi yoksa? aman boşver:D izleyince yazarım zati:)

    YanıtlaSil
  5. geçmiş olsun bu arada neyin var?

    YanıtlaSil
  6. Hah iyi sevindim izle merakla bekliyorum yorumunu :)Galiba hem üşüttüm, hem de yediğim bir şey dokundu arkadaşlarla Kore lokantasına gittik. Orada Fried Dumbling yedim, bizim yarımca böreğe benziyor ama eti kavurmuyorlar tabi önceden ve minik porsiyon neyse o dokundu sanırım. Pazar gecesi bütün gece istifra ettim. Daha bugün kendime geldim. Offf nezakaten sordun amma anlattım ya ha ha ha :)) Sağol sorduğun için :9

    YanıtlaSil
  7. yok merak ettim hakikaten. daha önce yediysen ve bir şey olmadıysa etten oldu belki. aman sen iyi ol da... çok geçmiş olsun tekrardan

    YanıtlaSil
  8. Üşüttüm hem de o dokundu sanırım ilk yediğim de hepsini yememiştim.İyiyim ben ya sağol bir kendime geleyim de yakın zamanda blogcu kızları toplamak istiyorum :)Pazar günü Sinemasia buluşması yaptık da. Görmek istediğim herkese haber veremedim. Gelirim dedin buluşmalara hatırlatırım :)) Herkese uyan bir şey ayarlamaya çalışırız zaten :)

    YanıtlaSil
  9. hatırlıyorum merak etme:) uyarsa hiç acımam gelirim valla:))

    YanıtlaSil
  10. Peki Canan'ım bekliyorum :)) Bu arada 'Canan işi gücü bırakıp film-dizi yorumlasın diyen 500 kişi bulabilirim' :))

    YanıtlaSil