22 Eylül 2009 Salı

Love in the Afternoon/Öğleden Sonra Aşk yahut Arım Balım Peteğim

Eski ve yabancı duruyor değil mi? Aslında çok tanıdık; en azından Türk filmi-severler için...Hatta o kadar tanıdık ki teplikleri bile aynı:) Hayır, insan en azından bu kadar zahmet edip yeni bir şeyler yazar yani; direk Türkçeye çevirmişler. 13 yıl arayla "Love in the Afternoon" ve "Arım Balım Peteğim" pek farklı filmler değiller. Sadece biz Türkler durumu dramatize etmeyi seviyoruz. Ya da daha doğrusunu söylemek gerekirse Amerikalılar doğum kontrol yöntemlerini etkin bir biçimde kullanıyorlar, bizse bu konudan bi'haberiz:P

Aslına bakarsanız tipik Türkan Şoray filmleri gibi bu da çok tipik bir Audrey Hepburn filmi. Gerçekte çok güzel olan Türkan Şoray'ı gerek saç kesimi gerek kıyafetleri yönünden çirkinleştirdiklerinden film, Audrey Hepburn'ün zarafetiyle film daha ilk dakikadan 1-0 öne çıktı.
Önden dedektif amcamızın yaptığı girizgahla da bir adım daha öne çıktı, zira Paris'in aşk şehri olmasıyla inceden bir dalga geçiş var. Etti mi sana 2-0. Fakat filmin hikayesi Paris'te bizimkinin hikayesi İstanbul'da geçiyor ve hiç Paris görmemiş olmakla beraber bir İstanbullu olarak kendi şehrimi kayırıyorum; sonuç 2-1[maça döndü iş ama sonunda ne olacak ben de bilmiyorum:)]. Her neyse hikaye aynı; dedektif babanın aşk meraklısı kızı ve alemin çapkın kişisine aşkı... Türkan Şoray'ı çok severim ama Audrey Hepburn bambaşka bir kadın. Havasıyla, zarafetiyle filmin büyük bir kısmını dolduruyor. Hani o kadar ki Türkan Şoray'ın bütün film boyunca şarkı söyleyerek yapmaya çalıştığı şeyi Audrey Hepburn sadece süzülerek yapıyor. Gary Cooper'a gelince... Cüneyt Arkın senelerce o rolde çok iyi durdu bence. Hala da öyle... Şık yani, üstünde çapkın adam çok güzel duruyor. Ama Gary Cooper, o kadar sene westernde oynamakla beraber, adam müthiş bir salon adamı. Başlangıçta oturmamış mı acaba dedim ama son sahnedeki o yüz ifadesini dönüp durup izliyorum. Adam resmen acı çekti o sahnede. Bir de yanında kadın olduğu halde kadın iki saniye görüş alanından çıktığı an diğer kadınları süzüşü süperdi. Lakin Gary Cooper mı Cüneyt Arkın mı diye sormayın; bilemiyorum. Cüneyt Arkın'ı hala o role yakıştırım, ama Gary Cooper daha iyi oynuyor. Hoş, herkes Cüneyt Arkın'dan daha iyi oynuyor ya:) Üstelik Gary Cooper'ı bu rolüyle Humprey Bogart'ın 1. olduğu listede(50'li-60'lı yılların aşırı karizmatik adamları listesi) 2. sıraya koyuyorum.

Bazı yönlerden bizimkilerin bazı yönlerden de orjinalinin gerçekçi olduğu yerler var. Konu dediğim gibi neredeyse aynı...Neredeyse diyorum, çünkü bizimkinde bir fazlalık var. Hadi doğum kontrol hapının 60'larda icat olunduğunu ve 70'lerde henüz Türkiye sınırları içinde bulunmadığını düşünelim. Prezarvatifin tarihine baktım az önve, varlığı milattan öncelere uzanıyor. Harun Bey, o kadar zengin, Londra senin Paris benim sürtüp duruyor; bu kadar çapkınkene geride çocuk bırakmadan yaşaması mümkün değil. Fakat Zeynep yumurtalama döneminde Harun Bey'le işi pişirerek kendini açık hedef haline getiriyor ve Harun'un tek vukaatı oluyor. Bu da filmin gidişatını direk etkiliyor. Bu orjinalde olmadığı için iki kişinin aşk hikayesine karışan baba figürü de o kadar belirgin değil. Orjinalinde kız adamın ne kadar çapkın olduğunun ve göze aldığı tehlikenin farkında. Bizim kızsa saftirik anacım. Sanki adamı aşığının kocasının tabancasından kurtarmamış gibi Harun'un son kadını olacağına inanıyor. Daha doğrusu direk söylemiyor biz öyle anlıyoruz. Zaten profesyonel çapkın Harun'da masumiyetten etkilenip geri dönmeye kalkıyor. Ha bir diğer önemli nokta da bizim kız, sevdiğiceğiyle birlikte oldu ve kirlendi(!) diye günah çıkarmak zorunda kalıyor. Nitekim Zeynep intihara teşebbüs ederek kader kurbanı olduğunu gözümüze sokuyor. Babasının namus nutkundan sonra kaçınılmaz olan bu... Arianne ise kadının cinsel devriminin henüz olmadığı yıllarda bile daha fazla ayaklarının üstünde duruyor, zira adamın ne bok olduğunu biliyor. Neyse anlatmak istediğim burası değildi aslında. Anlattım, çünkü iki kadının duruşları filmlerin gidişini belirliyor. Bizim versiyonda farklı olarak bir adet erkek çocuğu var; üstelik Harun kendi oğlu olduğunu bilmeden sulu domates püresi(kan) vererek çocuğunu kurtarıyor:) En nihayetinde mutlu son her iki filmde de... Audrey Hepburn'ün ağlayarak trenin ardından koşarken "I will be o'right" demesi ve sonrasınsa Gary Cooper'ın mükemmel bir surat ifadesini takiben onu kucaklayıp trene alması için bile film izlenebilir[filmin sonunu söyledim:)] Fakat anlamadığım mesele Ariane'in yani Audrey Hepburn'ün film boyunca-adamın onu kucaklayıp trene aldığı sahnede bile "Mr.Flannagan" demesi tuhafıma gitti. Ulan sevgilin be!Geçici olsa da bir şeyler yaşıyorsun! Ay her şeyi bırak adam hareket eden trende kucaklayıp seni trene almış hala mister diyosun! Bak, bizimki taklit ama en azından Harun diyor Zeynep, yani Türkan Şoray. İnsan Frank filan der, dimi? Yok anam, Frank Flannagan, Ariane'in ismini bilmediğinden sanırım hep Mr. Flannagan olarak kalıyor. Ha bu arada bizim versiyondaki "Öyleyse sizi hep arım, balım, peteğim diye hatırlayacağım." geyiği yok mesela, bizim senarist yaratıcılığını konuşturmuş:) Ha hoşuma gidiyor o ayrı:) Ariane Chavasse film boyunca "thin girl, the girl in the afternoon, adolph" gibi isimlerle anılıyor. Bir de beni film boyunca neredeyse hiç Fransızca konuşulmaması çok rahatsız etti ki Fransızlar dil konusunda oldukça muhafazakardır. Kız Fransız, dedektif baba Fransız, kızı seven çocuk da Fransız ama otel çalışanlarının ara sıra hoşluk olsun diye konuşmaları dışında Fransızca konuşma yok. Bu dikkatsizliğe rağmen filmde çok başka bir şeye dikkat edilmiş ki hakikaten bunu unutturdu. Normal hayatımda keman öğrenmeye çalışıyorum diye değil, ensturmanların dizi veya filmlerde rastgele çalınmasına sinir oluyorum. Yaylılarda daha çok dikkat çekiyor, ama genellikle diğer ensturmanlara da dikkat ederim. Her iki filmde de çapkın aşığı hamamda(amerika versiyonunda da türk hamamı var:))bile takip eden müzisyenler orjinalinde gerçekten çalıyorlar. Keman yayına 80 saniyede devri alem yaptırmıyorlar. Bu arada Ariane çelist bir kızımız. Audrey Hepburn'ün bugüne kadar çello çaldığını duymamıştım ama Ariane karakterini oynarken vibratoları doğru yerde yapıyor. Buna dikkat eden yönetmene kurban! Dil hatasını affettim gitti:P

Bizim verisyonun "Arım Balım Peteğim" şarkısı gibi orjinalde de orkestra paso "Fascination" çalıyor. Güzel şarkı, ama bizimkinin yerini tutamaz hıh! Belki de film boyunca Fascination'ın sözleri hç geçmediği içindir, halbuki duruma alakalı hoş sözleri var. Bir de ne bileyim bizim film daha sıcak, kopuk bir senaryoyla olsa bile... Orjinali resmen soğuk. Film bir Sabrina, bir Tiffany's de Kahvaltı gibi içine almıyor.

Hesaplamadım ama skor sanırım berabere, uzatmalara gidersem bu yazının uzunluğu dünyayı iki kere dolanır:)

2 yorum:

  1. uzun olduğu için bir süredir okumayı ertelediğim bu yazıyı bir solukta okudum. pek akıcı olmuş, hoşuma gitti. ayrıca filmlerin ikisini de bilmiyorum merak ettim doğrusu :)

    YanıtlaSil
  2. gulüüüüm türk sinma sanatından mahrum kalmışsın:) dur ben seni mahrum komayayım:

    http://www.youtube.com/watch?v=BWwbtVdFq4s

    YanıtlaSil